13 Mart 2017 Pazartesi

Taraflı Hislerimizin Esiriyiz!

Tuttuğum düşünce yenilirse acaba kendimi aptal hissedeceğim için mi bu kadar zorluyorum şartları. Benim tutmadığım düşünce dünyayı daha güzel hale getirecekse benim aptal duruma düşüp düşmemem ne kadar önemli olabilir ki? 

İnsanoğlunun tarih boyunca kabul gördüğü, değiştirilemeyeceğini savunduğu ve dahası bir şekilde doğruluğundan emin olduğu bir takım düşünceleri vardır. Bu değiştiremediğimiz, bir türlü sorguya açamadığımız kalıplarımızın doğru olmasından ziyade doğru çıkması bizim için daha önemlidir.

İçimizde bu iki kalıp kavga eder dururlar. Bizim istediğimiz düşüncenin kazanmasını ötekinin ise kaybetmesi için savaşırız sürekli. Hiç durup bir kaç dakika neden böyle olmasını istediğimizi, böyle olmazsa ne olacağını sorgulamayız.

Nasıl kendi içimizde tuttuğumuz düşüncelerimiz varsa toplum içinde de tuttuğumuz siyasi partiler, futbol takımları, izlediğimiz daha başka bir çok olay var. Bir şekilde bizim tuttuğumuz, sevdiğimiz taraf hep doğru iken diğer tarafa hep şüpheciyiz. Hatta çoğu zaman bizim tutmadığımız o karşı taraf şikeci, yalancı, düzenbaz, vatan hainidir. Öyle ki bundan şüphe duymayacak durumdayız, eminiz. Halbuki bunu destekleyecek ne kanıtımız ne de gözümüzle bir şeyleri görmüşlüğümüz var. Bir şekilde hislerimiz mantığın sorguladığı her şeyin önünde, son derece kendinden emin.

Bu durumun tarih boyunca insanoğlu olarak çok zararını görmüşlüğümüz de vardır ancak bir türlü değiştiremiyoruz.

Tarihte bu duruma en güzel örnek bilinen en büyük siyasi skandallardan biri olarak değerlendirilen Fransa Hükümeti'nin 1894'de Albert Dreyfus adında Musevi bir subayı casusluk suçuyla yıllar sürecek bir hapis hayatına mahkum etmesidir.

Hikaye bir çöp kutusunda Fransa'ya ait gizli bilgilerin yazdığı bir kağıdın bulunması ile başlar. Kağıttan anlaşılan şuydu ki birisi Almanya'ya casusluk yapıyordu. Hükümetin mektuptaki el yazısı benzerliğinden Dreyfus'u şüpheye maruz kalmayacak şekilde şuçlu bulup, mahkum edilmesine karar vermesi çok uzun sürmedi. Bu kadar düzmece bir mahkeme ile kısa bir sürede suçsuz bir insanın hükümet ve onu savunan halk tarafından bu kadar kolay suçlu ilan edilmesinin tek nedeni o dönemde Fransa'da yaşanan Musevi karşıtlığıydı.

  Yukarıda Dreyfus'un Nişanlarının sökülerek ordudan atılma töreni resmedilmiştir.  

Dreyfus'un masumiyetinin ispatlanması ve beraat etmesi tam olarak 12 yıl sürdü.

On iki yıl sonra gerçek suçlu bulundu, cezasını aldı ama masum bir insanın hayatından on iki senesini almış oldunuz. On iki senesiyle beraber tüm itibarını, saygınlığını, haklarını da elinden almış oldunuz.

Dönemin Nobel Ödüllü yazarlarından Roger Martin du Gard'ın olayla ilgili meşhur sözünü buraya eklemeden geçmek istemiyorum. 

 "Bu yüzyıl Devrimle başlayıp, Dreyfus Davası ile kapanan dikkate değer bir yüzyıldır! Ama belki de çöplüğe atılacak bir yüzyıl olarak anılacaktır." 

Dünyayı değiştiren Fransız devriminin başladığı toprakların aynı zamanda böyle utanç verici bir olaya sahne olmuş olması cidden trajedidir.

Çok tanıdık gelmedi mi?

On sene boyunca terörist diye bildiğimiz, bir günde onlarca kişiye müebbet hapislerin verildiği davalar yine bir günde düşüverdi.

Biz gözümüzle görmedik terörist olduklarını ama okuduğumuz yazarlar, dinlediğimiz, güvendiğimiz siyasiler bundan emindi. Onlar delilleri görmüştü ve bu bize yeterdi. O insanlar teröristi, vatana ihanet etmişlerdi ve hatta müebbet hapis yetmezdi idamdı onların hakkı.

Bazen düşünüyorum. Bu nasıl olabiliyor? Bu gibi taraflı hislerimiz nasıl oluyor da tüm gerçeklerin önüne geçebiliyor, sağduyumuzu esir edebiliyor ve bizi böyle kör kuyulara atabiliyor.

Bunu aslında sadece hükümetler ya da yetkili birimler yapmıyor. Bizler de günlük hayatımızda her daim bu hislerimizin esiri olmuş durumda yaşıyoruz. Örneğin bir ekipte lider ya da yönetici pozisyonundasınız. Ekibinizden size bir sorunla ilgili iki öneri geldi. Biri sevdiğiniz bir çalışanınızdan diğeri ise çok da haz almadığınız belki mecburiyetten bir arada bulunduğunuz diğer elamandan. Muhtemelen ikinci seçeneği çok da fazla irdelemeden elediniz. Belki de çok daha iyi bir seçenek sizin taraflı hisleriniz tarafından çöpe atıldı.

Kendi içimde buna neden olan şeyi bulmak için çok zorluyorum kendimi. O her neyse biran önce ondan kurtulmak ve yaşadığım hayatı daha berrak bir hale getirmek istiyorum.

Tuttuğum düşünce yenilirse acaba kendimi aptal hissedeceğim için mi bu kadar zorluyorum şartları. Benim tutmadığım düşünce dünyayı daha güzel hale getirecekse benim aptal duruma düşüp düşmemem ne kadar önemli olabilir ki?

Taraflı hislerimi köreltebilmiş, karar verirken ön yargılarımın üstesinden gelebilmiş ve hatta yanlış karar verdiğimi düşündüğüm zaman IQ mu sorgulama ihtiyacı duymadan rahatlıkla "Evet bu yanlış bir kararmış,şu an doğruyu görebiliyorum" diyebilmeli hatta bu doğrunun da asıl doğru olmama ihtimalini göz ardı etmeden hayatıma devam etmek isterim.

Peki  sizlerde de var mı taraf tutan hisler? Nasıl baş ediyorsunuz onlarla? Onların esiri misiniz yoksa hiç umurunda olmayan sağduyulu bireyler misiniz



0 yorum:

Yorum Gönder