31 Ocak 2017 Salı

Müptezeller - Emrah Serbes

Müptezeller'i iki gün içerisinde okudum. Dili çok akıcı ve anlatılan olaylar gerçekten de yaşanmışlık tadında. Ana karakterin gerçekte var olan birinden alındığını hatta bu kişinin kitabın yazarı Emrah Serbes olduğu düşüncesi kitap boyunca epey ağır bastı.

Adı üstünde Müptezeller. Ne demektir bu müptezel şöyle bir tanımlayalım. TDK der ki saygınlığını yitirmiş, çokluğundan dolayı değerini yitiren, değersiz anlamına gelir müptezel. Ne yazık bir grubun kendini böyle hissetmesi ve böyle adlandırması. Bu kitapta hayatın en dibine girmiş oradan bir türlü çıkamayan açıkçası çıkmak için çok da çabalamayan bir takım insanların hayatından alınmış bir parça olaylar zincirini okuyorsunuz.

Kitabın içeriğine bir kaç yorum yapmam gerekirse en şiddetli hissettiğim duygu ana karakteri iyi bir pataklayıp sonra karşısına oturup ona nasihatler vermek istedim çünkü  bir türlü kendini toparlayamaması ve olayların sürekli onu dibe çekmesi; ya biri çıksa da şunun karşısına omuzlarından tutup iyi bir silkelese dedirtti.

Kitabı tesadüfen bir raftan elime aldım, arkasındaki yazıyı okudum ve satın aldım. Epey okuyanı varmış haberim yok. Bir paragraflık bir kısım beni epey etkiledi ve kitap boyunca da düşündürdü. Gerçekten bazı şeylerin akışına kapılıp kendimizi kaybediyoruz.

Sanki altmış yıl yaşayacağımızın garantisi varmış gibi ileriye dönük yatırımlar yaparız da yarın deprem olacağı ihtimali hiç aklımıza gelmez. Her şeyin planını yaparız da hayatın bize yaptığı planları hiç düşünmeyiz.

Müptezeller'i mutlaka okumalısınız size katacağı bakış açısı oldukça önemli ve sizi biraz isyankar yapsa da okumaya değecektir emin olabilirsiniz.

Sevgiler, BNG.

30 Ocak 2017 Pazartesi

Şimdiki Çocuklar Harika, Aziz Nesin


Bugün eskilerden bir kitap seçtim. Okumakta çok geç kaldığım ama tekrar tekrar okumak istediğim kitaplardan biri. Şimdiki Çocuklar Harika - Aziz Nesin.

Aziz Nesin şüphesiz Türkiye'nin en tartışmalı yazarlarından biridir. Seveni kadar sevmeyeni de çoktur. Tartışmalı yönlerini bir kenara bırakalım ve sadece Şimdiki Çocuklar Harika kitabına bakalım. Ben bu kitabı okuduktan sonra çok şey kaçırdığımı fark ettim. Neden daha küçük yaşlarda bu kitapla tanışmadım ki?


Ben çocukken babamın kitapları evde yer olmadığı için kolilerin içinde dururdu. Kardeşimle iki meraklı olarak o kolilerin içinde kendimizi kaybetmişliğimiz çoktur. Ben o kolilerde bir çok Aziz Nesin kitaplarının da olduğunu hatırlıyorum hayal meyal ama nedense hiç merak edip de okumamışız. Sonra acaba babam neden okuyun bunları diye önümüze koymamıştır bir ara bunu da kendisine soracağım....

Zeynep ve Ahmet adında ilkokul 5. sınıf çocuklarının birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşuyor kitap. Onların gözüyle ailelerini, öğretmenlerini okuyorsunuz. İnanılmaz eğlendim okurken. Kendi ilkokul yıllarımda gezdim durdum sürekli.... Bazen o kadar sesli güldüğüm anlar oldu ki eşimin tuhaf bakışlarına maruz kaldım.

Aziz Nesin kendisinin de dediği gibi zor olanı başarmış... Yani çocuklara bir büyük olarak öğüt vermeyi değil de onlar gibi bakmış dünyaya ve onların gözünden yazmış her şeyi.

Kitapta iki bölümde inanılmaz eğlendim birincisi Ahmet'in yazdığı "Amerika'yı Yapan Mimar". Aziz Nesin bu hikayede ezberci eğitimin çocukları ne hale getirdiğini o kadar komik anlatmış ki...Hatta Hababam Sınıfı'nda Kemal Sunal'ın müfettiş ile unutulmayan bir sahnesi vardır. İnek Şaban sorulan tüm sorulara yanlış cevap verir en son  müfettişi de şaşırtır. Müfettiş sinirlenip sınıftan çıkar. O sahne bu hikayede geçiyor. Bu kitabın basımı 1967. Yani Hababam Sınıfı filmlerinden önce ancak bildiğiniz üzere Hababam Sınıfı da Rıfat Ilgaz'ın romanından filme uyarlandı. Rıfat Ilgaz'ın kitabını okumadım. O sebeple bu sahnenin onun kitabında olup olmadığını bilmiyorum. Bu sahne Aziz Nesin'den mi yoksa Rıfat Ilgaz'dan mı merak ediyorum.

Bir diğer beğendiğim bölüm yine Ahmet'in yazdığı "Çocuk Bayramında Müsamere" bölümü. Bu bölümde gülerken gözümden yaş geldiği de oldu.

Şimdiki Çocuklar Harika'yı önce kendiniz sonra da çocuklarınıza okutmalısınız. Henüz okuyamıyorlarsa onlara okuyarak eğlenceli bir akşam geçirebilirsiniz.


26 Ocak 2017 Perşembe

İçimizdeki Şeytan'dan 7 Alıntı


Bu kitabın ne kadar anlamlı ne kadar içten olduğunu kelimelere dökmekte zorlandım. Bu sebeple okurken altını çizdiğim yerleri burada paylaşarak aktarmayı doğru buldum. İşte size bana göre anlamlı 7 alıntı...

1. Bir insanı kendisi kadar, kendi düşünceleri, dertleri, korkuları ve noksanları kadar ne meşgul edebilirdi?

2. Sizi kendim kadar tanıyorum... Bundan daha büyük zırva olur mu? Kendimi ne kadar tanıyorum ki?...

3. Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş!  Dünya kim?.. Benden başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi... Üst tarafı ile alakadar olmaya bile değmez...

4. Bir insanın bilgisi, düşünceleri, mantığı, ahlakı hulasa her şeyiyle bir kül olduğunu henüz anlayan yok. Bu muhtelif taraflar bir insanda ne kadar ayrı çehre gösterirse göstersin, bir noktada birleşir ve bir ahenk vücuda getirirler. (kül:bütün)

5. İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu fena cevher fazla miktarda mevcutmuş. Belki herkeste var... Fakat insan olan onu söküp atmasını, yahut boğmasını biliyor... Dokunmadan bırakmak, bir gün başını kaldırmasına meydan vermek olur...


6. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulunü bulmuştum. Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üzerindeki tesirlerde arıyoruz.

7. Adam olmak değil, enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapanlara istihfafla bakacak bir yere çıkmak istiyordum... (istihfaf:küçümseyerek)


23 Ocak 2017 Pazartesi

Konstantiniye Oteli

Bir Zülfü Livaneli romanı. Konstantiniyye Oteli.  Bizans sarayı kalıntılarının üzerine kurulmuş bir otelin açılışında yolları kesişen siyasetçiler, sosyetenin önde gelenleri,yazarlar, bilim adamları, garsonlar ve daha bir çok insanın hayatından bir kesit... Asıl sürpriz İstanbul'un yüzyıllardır yer altında yatan yazarları, padişahları, imparatorları da davete uğruyorlar... Tabi bunların yanında bir de aşk hikayesi Livaneli romanlarının olmazsa olmazı..

"...Hep aynı hikayeler. İktidar kavgası, servet tutkusu, zulüm, isyan, şehvet... Bunları duyunca gülüyoruz, çünkü her kuşak kendisini ölümsüz sanıyor, servet biriktiriyor, başa geçmeye çalışıyor. Diyelim ki başardı, imparator oldu;zengin oldu; en fazla beş on yılcık. Sonra milyonlarca sene burada..."

Bu satırlarda "burada" diye bahsettiği yer kabir yani yüzyıllardır kıyameti bekleyen ve bilinmeyen bir zamana kadar da bekleyecek olan ölülerimizin bulunduğu yer ve yine bilinmeyen bir zamanda yer üstünde duran bizlerin de eninde sonunda gideceği yer.

Kitapta beni bu satırlar gibi etkileyen yerler olduğu kadar yavan gelen bölümler de çok fazlaydı. Bir yere çok sevdiğiniz bir yemeği  yemek için büyük bir hevesle gidersiniz ama beklediğiniz tadı alamazsınız. Yemek aslında kötü de değildir ama alıştığınız, beklediğiniz tat değildir ya ben bu kitapta bu duyguyu yaşadım.

Ben Livaneli'nin kitaplarına, müziklerine, dilinden, kaleminden çıkan her şeye hayran kalan bir insanım. Konstantiniyye Oteli'ne de böyle bir heves ve heyecanla başladım ama ben de büyük bir hayal kırıklığı bıraktı.

Hikaye, kurgu çok başarılı ancak Zülfü Livaneli'nin daha güzel kitaplarını okudum ben. Bu kitap sanki çok aceleye gelmiş gibi bazı karakterler çok yüzeysel anlatılmıştı. Zaman zaman Livaneli'nin politikacı kimliği sanatçı kimliğinin önüne geçmiş hissettim. Bu cümlemden siyasi olarak farklı düşünüyorsundur da ondan seni rahatsız etmiştir demeyin lütfen çünkü siyasi olarak Livaneli'den çok da uzakta değilim. Sadece sayfa aralarında Zülfü Livaneli'nin sanatçı tarafıyla daha çok karşılaşmayı
isterdim.

Fikir olarak uyuşsam da uyuşmasam da yazarlarımızdan, sanatçılarımızdan ben daha birleştirici olmalarını isterim. Ayrışmaya zaten bu kadar meraklıyken bizler; onlar bari hatırlatsın bizlere bir arada olmayı, farklılıklarımızı hoş görmeyi ve en önemlisi birbirimizi olduğu gibi kabul etmeyi.

Kitapta beni çok şaşırtan bir noktayı da buraya koymak istiyorum. Kitabın bir yerinde bir karakter BEŞ rekat sabah namazı kıldı ki üç beş  kere okudum aynı yeri. Baskı hatası mıdır; yazım hatası mıdır bilemiyorum ama bence ciddi bir hata... Hatta kendimi sorguladım sabah namazı 4 rekat değil miydi diye. Evet dört rekat... Umarım sonraki baskılarda düzeltilmiştir.

Bu kitap için müzik seçme konusunda hiç zorlanmadan kitaptan kopye çekerek aşağı iki link bırakıyorum. Livaneli sayesinde herkes gibi ben de Pachelbel ile tanışmış olmaktan çok mutluyum.




Keyifli okumalar...

Sevgiler...


17 Ocak 2017 Salı

SANTRANÇ


Bu kitap Dr. B'nin Santranç tutkusunu anlatmaktadır. Bu tutku kitabı bir solukta okumanız için size yetip artacaktır buna emin olabilirsiniz. 


Öykü New York'tan Buenos Aires'e hareket eden bir yolcu gemisinde geçmektedir. Dr. B'nin gemide oynanan bir santranç turnuvasına dahil olmasıyla psikolojik açıdan çalkantılı ruhu kendini dışa vurmaya başlar. Evet kabul ediyorum uzun oldu bu cümle, şöyle bir özet geçeyim.

Dr. B babasıyla birlikte Viyana'da bir hukuk bürosu işletmektedir. Büroda avukatlık yapmak yerine daha çok büyük manastırların hukuk danışmanlığını ve mali işlerini yürütmektedirler.  Büroda bir takım gizli görüşmeler ve mali işlemler yürütmeleri nedeniyle Hitler'in Viyana işgalinden sonra Dr. B tutuklanır.

Dr. B dış dünyaya tamamen kapalı bir odaya hapsedilir ve kimsenin kendisiyle konuşmadığı bir ortamda aylarca bulunmak zorunda kalır. Yani böyle bir boşluğa düşürülüp psikolojik bir baskı ile konuşturulması amaç edinilmiş aslında. Bir sorgu esnasında bir gardiyanın cebinden çaldığı santranç kitabı ile Dr. B bu sıkıcılıktan kurtulmayı başarır . Artık tek meşgalesi bu kitap olur ve santranca dair bütün incelikleri öğrenip, kitabı bitirdikten sonra kendi kafasından hamleler ve bölümler üretmeye başlamıştır. Bu oyun artık bir tutkuya dönüşür ve ekmek kırıntıları ile oynadığı santrançta sinir krizleri geçirmeye başlamıştır. Yine bir kriz sırasında fenalaşır ve hastaneye kaldırılır ve bir doktor aracılığı ile hastaneden kaçmayı başarır.

Başta yazmış olduğum Dr. B  gemi yolculuğu sırasında dünyaca ünlü bir santranç şampiyonu olan Czentovic ile turnuvaya oturur. Oyunu bir kez galip bitirir ve ikinci turda ise sinir krizi nüksetmeye başlar ve oyunu yanlış bir hamle ile bırakır.  

Stefan Zweig bu kitabına Avrupa'nın o zaman içinde bulunduğu şartları da yansıtmıştır ve bu olumsuz şartlar altında Dr. B'nin nasıl psikolojik bir çıkmaza girip Santranç oyunu ile hayata sarıldığını görüyoruz. Santranç kitabı Stefan Zweig'in Brezilya'da sürgündeyken yazdığı son yapıtıdır. Kendi iç dünyasında ki karamsarlık ve Avupa'nın içinde bulunduğu duruma olan üzüntüsü onu intihara sürüklemiştir. Ve bu Santranç kitabını da  Şubat 1942 'de ki intiharından bir kaç ay önce tamamlamıştır...

Sevgiler, BNG.

6 Ocak 2017 Cuma

BİLİNÇLİ BEBEK

Taze anne olunca bebek-çocuk gelişimi kitaplarını elinden düşürmemeye başlıyor insan. Sanki anneliği, ebeveyn olmayı kitaplardan öğrenebilirmişiz gibi kitapçılarda, internette ne kadar kitap varsa okuma çabasına giriyoruz. 

Aletha J. Solter in ‘Bilinçli Bebek’ kitabı henüz oğlum doğmadan alıp okumaya başladığım kitaplardan biri. Genel olarak bebek ve bebek gelişimine bakış açısını sevdiğimi belirtmek isterim en başta ancak kitapta bulunan önerilerin pratikte uygulanabilirliği biraz sıkıntılı.

Kitap temel olarak dört varsayım üzerinde duruyor.
           ·         Bebekler neye ihtiyaç duyduklarını bilir.
           ·         Bebeklerin ihtiyaçları karşılanır ve incitilmezlerse bebekler zeki ve sevecen olur.
           ·         Yaşamın ilk yıllarındaki deneyimlerin ilerideki yıllardaki duygu ve davranış kalıpları üzerinde derin ve kalıcı etkileri vardır.
           ·         Bebeklerin stres ve travmanın birçok etkisinden kurtulma yetenekleri vardır. (syf 20)

Şimdi bu dört maddeyi okuyunca yanlış hiç bir şey yok. İlk yıllar elbette çok önemli ve bir insanın hayatını şekillendiren yıllar. Elbette ihtiyaçları karşılanan bebek sevecen olur ama bu işin zor kısmı bu teoride bilinen gerçeklerin uygulanabilirliği.

Kitabın genelinde geçen mevzu bebeğiniz ağladığında panik olmayın, ağlamak da bir ihtiyaçtır ve bebeklerin de stresi vardır. Ağlayarak stres atarlar.  Amma velakin mesele bebeğimizin stresten ağlaması ile bir sıkıntıdan kaynaklı ağlamasını nasıl ayırt edeceğiz. Biz tecrübesiz anneler için riskli bir durum. Strestir bırakayım ağlasın rahatlasın derken belki bebeğimizin bir sorununu anlayamamış olabiliriz.

Bebek büyüdükçe aranızdaki bağ kuvvetleniyor, artık birbirinizi tanımaya başlıyorsunuz. Tecrübelendikçe neden ağladığını çözmeye başlıyorsunuz ama ilk aylarda, özellikle o çok ağladığı dönemlerde bu bence imkansız. Gaz olabilir, açlık olabilir, bir yeri ağrıyor olabilir daha fenası kolik olabilir ki gerçekten çözemediğim bir mevzu. Bir bebek neden kolik olur? Tedavisi nedir? Tam anlamıyla cevaplanamayan sorular. Doktorlar bile kesin çözüm sunamıyorlar maalesef. Belki denemeniz için bir takım öneriler sunuyorlar ama tam anlamıyla düzeltmiyor. Hafifletiyordur sadece.

Yazarın hoşuma giden düşüncelerinden biri bebeğinizi kucağınıza almaktan çekinmeyin. Kucağa alışır ya da şımarır olgusunu çöpe atmamızı istiyor. Çünkü bu kadar küçük bir bebek henüz bunları bilmiyordur. İhtiyacı kadar kucak ya da sarılma istiyordur. Ben bebeğimi bol bol kucağımda taşıdım. Hatta uyudu indirmedim. İlk üç ay bunun tadını çıkarmakta fayda var. Özellikle prematüre bebeklerin gelişiminde anne kokusunun önemi doktorlarca da çok fazla vurgulanan bir mevzu.

Bu süreçte yerli yabancı bir çok kaynak edindim. Bir yerden sonra anlatılanların hepsi birbirine benzemeye başladı diyebilirim. Sonuç olarak mevzu aynı. “Bebek”  Sorunların ve çözümlerinin de birbirine benzemesi kaçınılmaz aslında ama okudukça, başka annelerin de sizle benzer süreçlerden geçtiğini görünce sakin kalmayı öğreniyorsunuz. Çocuk yetiştirmenin en zor kısımlarından biri bu bence sakin olabilmek. Panik yapmadan o an yaşadığınız problemin  de tıpkı diğerleri gibi geçeceğini düşünmek.

Pachelbel den Canon in D 'nin piyano versiyonunun linkini de buraya koyuyorum ki sıkıntılı anlarda bebeğinize ve size yardımcı olabileceğini düşündüm.



Keyifli okumalar.



2 Ocak 2017 Pazartesi

MEMLEKETİ KURTARIRSA MİZAH KURTARIR


Bugünkü kitabımız 2016’nın mizahta en çok satan kitabı:  Memleketi Ben Kurtaracağım , Gülse Birsel

Ülke olarak 2016’dan kurtulduk 2017 güzel geçsin diye dilekler dilerken 2017 sabahına çok kötü haberlerle uyandık. Ülkece geçtim mizahı tebessümü bile unutmak üzereyiz ancak toparlanmak, çok çalışmak ve üretmek zorundayız. Bu süreçten kurtulmanın başka yolu maalesef yok.

Tam da bu sıralarda biraz nefes almak, ağlanacak  halimize bir de mizahın gözünden bakmak isterseniz bu kitap tam sizlik.Gülse Birsel’in köşe yazılarından derlenmiş bir kitabı. Gülse Birsel’i okumaktan zaten keyif alanlardansanız, bu kitabı da seveceksiniz. Alıştığımız keyifli dili ve anlatımı evde geçirilmek istenen bir hafta sonunuzu keyiflendirecek, ülke sorunlarına biraz da gülmenizi sağlayacaktır.

Arka Kapak :
Bu kitapta, hem ülkeyi yönetmeye talip olduğum bazı siyasi yazılar, hem de politikayla hiiiç ilgisi olmayan makaleler bulacaksınız.
Misal ilk bölümde otobiyografimi kaleme aldım. Henüz genç bir kız olduğum için 7 yazıda bitti. Gülecek bir şey yok, daha bir espri yapmadım! 
Kitapta ayrıca, diyetten antidepresanlara, astrolojiden sosyal medyayı nasıl kullanmanız gerektiğine, pek çok anekdot ve tavsiyem var. O bölüme bir kişisel gelişim kitabı muamelesi yapabilirsiniz. Yazıları dikkatle okuyup, benim yaptıklarımı asla yapmazsanız, kişisel olarak gelişeceğinize inanıyorum.
Ama çok da fazla gelişmeyin. Madonna vücut geliştireyim dedi, kolları ne oldu gördünüz...
Yani ismine aldanıp sadece siyaset okumak için kitabı alan ve şu an iade etmeye karar verenler, paranızı geri vermeyeceğiz!
Yedim bile ben o parayı! Simitle üçgen peynir aldım, yedim.
Paranızı değil, ama ülkenin hali yüzünden kaybettiğiniz kahkahanızı geri verebilirim belki. Ümidim o.
Milletçe ortak üst kimliğimizin bir huni olabileceği, kafayı sıyırdığımız şu dönemde, bir iddiam var: Kapaktaki cankurtaran üniformalı temsili fotoğrafımın da anlattığı gibi, memleketi ben kurtarabilirim! En azından denerim. Durumumuz daha iyi olur mu, bilmiyorum. Ama daha kötü olamaz diye düşünüyorum! En azından acık güleriz be? Ha?


Yeni yılda daha umutlu günler ve keyifli okumalar dilerim.

Sevgiler...