24 Şubat 2017 Cuma

Benim Ahmed'i gördünüz mü?

.....

Karargahın içinde: "Kudüs düştü!" sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut'a, Şam'a, Halep'e göz yaşlarımızı hazırlamak lazımdı.

Artık yalnız Anadolu'yu ve İstanbul'u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine, Allahaısmarladık!

....


İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:

-Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor.

Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini?

Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolunun aksini gösteriyor:

-Bu tarafa gitmişti,diyor.

O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdad'a mı?

Ahmed'ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed'ini görsen, ona da soracaksın: Ahmed'imi gördün mü?

Hayır... Hiç birimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in her şeyi gördü. En alasından cehennemi gördü.
....
Ahmed'i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek... Fakat biz Ahmed'i kumarda kaybettik!
....

Birinci Dünya Savaş'ından Falih Rıfkı Atay'ın kaleminden bir anı. Cemal Paşa komutasındaki ordu Suriye cephesinde İngilizlere yenilmiş dönerken.

Zeytindağı Nerededir?

Kudüs'un doğusunda bir tepedir.
....

Bir Tük Kudüs'ü yoktu. Bir Arap Kudüs'ü var mıydı? Hayır. Ne Katolik, ne Ortodoks, ne de Yahudi Kudüs'ü! Kudüs Haçlı alemli, Davud mühürlü sancaklar altında göze görünmez orduların sessizce alıp verdikleri bir yer. 

....

Şuradaki yazımda da bahsettiğim gibi Falih Rıfkı Atay Birinci Dünya Savaş'ı anılarını Zeytindağ'ı kitabında yazmış. Her satırında giden her Ahmed için içiniz sızlaya sızlaya okuyacağınız bir kitap.

Bir imparatorluk nasıl gümbür gümbür enkaza döner, bir millet göz göre göre nasıl felakete sürüklenir? Yanlış hesaplar, yanlış kanunlar daha da vahimi kanunsuzluklarla bir son nasıl hazırlanır sorusunun cevabı var bu kitapta.

Dahası bu millet böyle bir enkazı kaldırmış, yerine Cumhuriyet'i kurmuş,
Israrla okumanızı öneririm...

Sevgiler...



15 Şubat 2017 Çarşamba

Dedemin Bakkalı - Şermin Çarkacı

Şermin Çarkacı okumak bana çok iyi geliyor. Çocuğumu yetiştirme konusunda güzel umutlar aşılıyor. Bunu bazen kitapları ile bazen de sosyal medya paylaşımları ile yapıyor.

Birçok uzman bangır bangır bağırıyor; çocuklarınızla nitelikte zaman geçirin, onların dilinden konuşun, onlara zaman ayırın. Bizim için özellikle anne-baba gün boyu işte, çocuk ise bakıcıda,kreşte ya da büyükannede olan aileler için bu söylenenleri yapabilmek zorlaşıyor. Çalışan kadınız, belki çoğumuz çocuğuyla hafta içi sadece bir iki saat vakit geçirebiliyor.  Doğru olanı biliyoruz ama bunu pratikte nasıl hayata geçirecez kaygısı var hepimizde.

Bu noktada devreye Şermin Çarkacı girdi ve çocuklarımızla nitelikli zaman geçirmemizi öneren uzmanlara ek olarak bunu çalışan bir anne 'nasıl yapar?' ı uygulamalı olarak göstermeye başladı.

"Nitelikli zaman" dediğimiz bu havalı cümlenin içini doldurdu. Basit oyun fikirleriyle amaç her zaman onları eğitmek değil aynı zamanda beraber anı biriktirmek, eğlenmek, gülmek.

"Dedemin Bakkalı" beni unuttuğum çocukluğuma götürdü. Okudukça bazı şeyleri gerçekten unuttuğumu ve yıllardır sanki ben hep yetişkinmişim, hiç çocuk olmamışım gibi hissettiğimi fark ettim.

İnsanın ruhu hafifler mi bilmiyorum ama benim hissettiğim buydu. Sanki biri üstümdeki kalın battaniyeyi yavaşça aldı götürdü. O günlerin neşesi, hareketi,  heyecanı geldi oturdu evime, işime, hayatıma...

"Dedemin Bakkalı" için Şermin Çarkacı yazarken en keyif aldığım kitap diyor. Ben de bir okuyucu olarak okuduğum en keyifli kitaplardan biri diyebilirim.

Kitapta Şermin Çarkacı'nın köy bakkalı olan dedesinin yanında yazları çalışırken biriktirdiği anılarını cin fikirli ve son derece girişimci ruhlu küçük Şermin'den dinleyeceksiniz. Biz yetişkinlere bir de çocuk gözüyle bakalım.

Kitaptan sevdiğim en güzel cümle: "Çocuk kalbi affeder ama asla unutmaz!"

Şimdiden keyifli okumalar...


3 Şubat 2017 Cuma

KANUN NEDİR?

Bir millet yüz sene de hiç mi değişmez, hiç  mi ders alınmaz hayretler içerisinde kaldım. Beş on değil yüz senedir meselemiz aynı, değişmiyor, değiştiremiyoruz. 

Bu sıralar Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı'nı okuyorum.

Falih Rıfkı Birinci Dünya Savaşı'nda 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın emir subayı. Cemal Paşa İttihat ve Terrakki'nin üç liderinden biri. Diğerleri Enver Paşa ve Talat Paşa.

Falih Rıfkı Osmanlı'nın son gençlerinden olarak saltanatın son zamanları ve Cumhuriyet'in ilk zamanlarını yaşamış, savaşın sıcak geçtiği bölgelerinde Kudüs ve Suriye'de görev yapmış.

Zeytindağı Atay'ın anılarını yazdığı kitabı. Bence gelecek devirlere ibret olsun diye kaleme alınmış.

Sizleri de etkiler mi bilmiyorum ama  Cemal Paşa ile ilgili aktardığı bir anısı tüylerimi diken diken etti. Aşağıya kitaptaki bölümü aynen ekliyorum.



KANUN

- Efendimiz kanunu getirdim.
- Ne kanunu?
-Bir mesele için emir buyurmuştunuz. Halbuki elimizdeki kanun sarihtir, bu mesele emriniz gibi halledilemez.

Yaverine dönerek:

-Bana bir müsvedde kağıdı getiriniz!

Ve hemen Harbiye Nazırlığına müstacel (ivedi) bir telgraf: "Şu numaralı kanunu hemen bu şekilde değiştirerek bana metnini müstacel telgrafla bildiriniz."

Bir kumaş bile bu kadar kolay ısmarlanmaz.

Yukarıda bürokrasiden şikayet etmiştim. Bütün şikayetler doğru olabilir: Fakat Büyük Harbin (Birinci Dünya Savaşı) kanun kafası, bürokrasi kadar zararlı idi.

Meşhur Kavur:

-En fena chambre, en iyi antichambre'dan daha iyidir, demiş.

En fena kanun, en iyi kanunsuzluktan daha iyidir, denebilir. En doğrusu kanunun iyi yapılması olduğuna şüphe yoktur.

Kanuna güvenlik ve saygısı olmayan yerde zarar o kadar büyüktür ki, hiçbir fena kanun, memlekete o kadar ziyan vermez.

Cemal Paşa Boyacıköyü'ndeki yalısındaki son günlerinden birinde:

-Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım, ben bozarım.


Bu Enver'in bir sözünü hatırlatır:
- Yok kanun, yap kanun!

Der ve anlamayanlara izah ederdi:
-Yaparım olur, bozarım olmaz!