29 Kasım 2016 Salı

George Orwel 1984

“1984, Orwell’in sanatının tacıdır ve kuşku götürmez biçimde, dikenlerden oluşmuş taçtır bu. “
E.M. FORSTER
George Orwel’in 62 dilde yayımlanan başyapıtı   “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”  distopik bir evrende geçmektedir. Distopik, ütopyanın anti-tezi olarak tanımlanır ve ‘kötü bir yer’  anlamına gelir. Bu kitapta bir korku imparatorluğu yaratılmıştır. Sessiz isyanınızı, çaresizliğinizi, korkularınızı içeren, iki artı ikiye dört demenin bile özgür olmadığı bir devlet düzeni kurulmuş.  İzin verin bu düzeni anlatmaya çalışayım.
“SAVAŞ BARIŞTIR
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR
BİLGİSİZLİK KUVVETTİR”
Kavramların size asıl anlamı dışında öğretildiği, en yakınınız olan ailenizin bile sizi ispiyonladığı, bir tele-ekran aracılığı ile günlük yaşantınızın her anının izlendiğini ve mimiklerinizin dahi kontrol edildiği bir dünya düşünün…
Kitapta Londra’da  “Okyanusya” adının verildiği baskıcı bir devletten söz edilir.  Bu devlet baskıcı bir yönetime sahiptir, bir parti ve diktatör tarafından yönetilir. Büyük Birader denilen bu diktatör halka bir tele-ekrandan seslenir, kimi zaman korkutur kimi zaman devletin durumunu coşkusal veba içinde olan halka anlatır.
Partinin amacı tüm insani duyguları yok etmek ve iktidarı her şekilde elinde tutabilmektir. Zaten iktidar olma amacı dediğin şey insani duyguları içinde nasıl barındırır ki?
Partinin kurallarına göre düşünce, özgürlük, adalet, aşk, dostluk gibi kısaca tüm insani duygular yasaktır.  Düşünceler düşünce polisi tarafından takiptedir, mimikleriniz bile ne düşündüğünüzü anlamak için kontrol edilir. Parti üyeleri arasında aşk evliliği kesinlikle yasaktır, bireyler sadece çocuk yapıp partinin devamlılığını sağlamak için evlendirilirler. Çünkü bireyler arasındaki duygusal bağ ne kadar zayıflatılırsa, kontrol mekanizması o kadar sorunsuz işler.
Partinin bir diğer kuralı ise geçmişe hiçbir iz bırakmamaktır. Bu sayede bugün söylenen sözler veya yapılan işler, yarın sanki hiç olmamış ve hiç yapılmamış gibi gösterilebilir. Kitaptan örnek verecek olursam Okyanusya,  Avrasya ile savaşta olduğunu, Doğu Asya devleti ile müttefik olduğunu duyururken, dört sene sonrasında Doğu Asya ile savaşıp, Avrasya ile müttefik olduğunu duyurması aradaki kopukluğun en açık göstergesidir.  Bunu başarmasının yolu da eski gazete, dergi ve kısaca tüm yayım araçlarının arşiv dairesince partinin bu günkü durumuna göre tekrar tekrar uyarlamasıdır.
Winston Smith arşiv dairesinde çalışan ve koca kitapta olayların farkına varan tek babayiğittir. Düşünmeye ve yazmaya başlar bu da beraberinde başkaldırıyı getirir. Parti çalışanlarından biri olan Julia ile duygusal bir ilişki içine girer ve olaylar bunun sonrasında gelişir.
Kısaca toparlayacak olursam “1984” bir devletin, iktidarın, kendi halkını nasıl ezdiğini, aşağıladığını, korkutup yok saydığını anlatır. Kitabı okurken bir iktidarın, toplumu insani duygulardan yoksun bırakıp nasıl iktidarda kaldığını, korkuyu ve baskıyı nasıl bu şekilde etkili kullanabildiğine hayret etmedim değil.
  Ayrıca kitapta günümüzle karşılaştırdığım ve benzer bulduğum pek çok nokta var. Bana göre bizde korku imparatorluklarının kök saldığı bir dünyada yaşıyoruz aslında. Hatta kitaba göre daha korkunç bile olabilir. Her gün insanların sebepsiz yere öldüğü, öldürüldüğü,  ucu bucağı görünmeyen fakirliğin, işsizliğin olduğu, insanların düşüncelerinden ve yazdıklarından dolayı tutuklandığı, cinsiyet, ırk, din ve mezhep ayrımcılığının yapıldığı, toprak kavgası ve hatta petrol kavgasının olduğu bir dünyada yaşamıyor muyuz biz? Peki ya neden toplum bunca şeye gözünü kapatıyor diye soruyor insan.
“ Kitleler asla, yalnızca ezildikleri için, kendiliklerinden başkaldırmazlar. Kendilerine karşılaştırma yapabilecekleri ölçüler verilmedikçe, ezildiklerinin bilincine varamazlar.” 
Bu satırları okuyunca bu soruya şöyle cevap buldum; belki de kitleler gözünü kapatmıyor, kitlelerin gözü kapatılıyor. Kitapta da en başından beri devam eden savaş halinin nedeni toplum psikolojisinin istenilen düzeyde tutulması değil miydi? Düşünsenize aslında dünya da hiç savaş yok ama iktidar güç uğruna toplumu hep bu psikolojide tutsun, toplum da sığınacak liman diye var olan iktidarı görsün.
 Bir de insanlara gerçek anlamda özgürlüğün verildiğini düşünün. Sadece birbirlerinin sınırlarını gözeterek kullanabilecekleri bir özgürlükten bahsediyorum. İstediklerini yazıp, çizip söylemelerinden bahsediyorum.
“ Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verilirse, gerisi kendiliğinden gelir.”
Yani eğer bir umut varsa özgürce düşünüp yazabilenlerde…

 Yazar : BNG 


MERHABA

Biz bir kaç okumaya, yazmaya meraklı bireyler olarak bu sayfada paylaşmaya değer gördüğümüz her şeyi paylaşmayı planlıyoruz. Belki sizin de bizimle ya da bizim aracılığımızla paylaşmak istedikleriniz olursa diye sizin için 'SİZDEN GELENLER' köşesi de hazırladık.
Okuduğunuz,önerdiğiniz kitaplarınız varsa ya da tanınmasını istediğiniz yazarlarımız veya izlemiş olduklarınızı bizimle paylaşın, köşemizde sizin yazılarınızı da yayınlayalım.

İletişim adresimiz : lafuguzafblog@gmail.com